Ad Code

Responsive Advertisement

GAZZE VE DÜNYA

 

Defne her sabah erken saatte yürüyüş yapmayı rutini haline getirmişti. Denizin ihtişamlı görüntüsünü, ağaçların hafif esen rüzgârla beraber yapraklarının savrulmasını izlemek için o saatlerde yürümek en keyifli zamandı ve kaçınılmazdı Defne için. Sabahları kalkmakta zorlandığı zamanlarda da “Harekette bereket var, bak işlerini de erkenden halledebiliyorsun hadi mızmızlanma!” diyerek kendisini motive etmeyi de ihmal etmiyordu. 

Bu yürüyüş rutini sonrasına, her gün sahilin farklı yerlerindeki banklara oturarak mis gibi kokan kahvesini içmeyi de eklemişti. Çünkü dikkatini etrafa verince denizi, ağaçları, insanları, kuşları, trafikteki insanların ahvalini daha iyi görebiliyordu. Nelere sinirlendiklerini, nelere mutlu olduklarını, aralarındaki sohbetlerinde isteklerini, ihtiyaçlarını gözlemleyerek çıkarım yapmayı seviyordu. 

Bugün de farklı bir banka oturmuş kahvesini yudumluyordu. Gördüğü insan kalabalığı diğer günlerden farklıydı. Sabahın erken saatlerinde olmasına rağmen insanların kimisi telaşlı, kimisi mutlu, kimisi kendi kendine söylenerek bir koşuşturma halindeydi. Çabuk çabuk yürüyen insanlara baktığında kimi çocuğuyla, kimi eşiyle, kimi anne babasıyla, kimi de arkadaşıyla beraberdi. “ALLAH ALLAH acaba bugün önemli bir şey vardı da ben mi kaçırdım?” diye kendi kendine düşünürken bulunduğu yerin semt pazarı günü olduğu aklına geldi. “Bugün anlaşılan dinlenme süresi biraz uzun olacak gibi.” diye içinden geçirerek kahvesinden bir yudum daha aldı.

İlk olarak gözüne bir anne ve oğul takıldı. Belli ki kışlık kıyafet alışverişi yapmak için çıkmışlardı. Çocuk annesine: 

“Anneeeee geçen yıl ki montumu giymek istemiyorum. Cem’e çok güzel bir mont almışlar ben de yeni mont istiyorum!” 

Annesi de: 

“Tabi alırız oğlum, sen yeter ki derslerine güzel güzel çalış. Ben sana daha neler alırım…” 

Daha sonra iki arkadaşın konuşmasına kulak misafiri oldu:

“Aysel kış geldi, doğru düzgün bir şeyim kalmadı, çok acil alışveriş yapmam lazım…” diye arkadaşına anlatıyordu.

Az ileride bir baba oğul vardı. Oğlan babasına:

“Babacığım kahvaltıda ne yemek istersin? Erkek erkeğe mükellef bir kahvaltı yapalım seninle.” diyerek uzaklaştılar.

Düğün hazırlığı yaptığı her hallerinden belli olan bir çift, gözüne takıldı. 

Kız:

“En ufak detayları düşünmem lazım, evde hiçbir eksik olsun istemiyorum!” diye isteklerini bir bir sıralıyordu nişanlısına.

O sabahki kahve molasında; evinin mobilyasını değiştirmek isteyen, ev eşyası, yeni kıyafetler almak isteyen, bugün kahvaltısını farklı yerde yapmak isteyen insanlara şahit olmuştu Defne. Gördüğü bu insan manzaraları sonrasında, sürekli sosyal medyada karşılaştığı Gazze halkını aklına getirdi. 7 Ekim 2023 tarihinden beri oradaki çocuklar, anneler, babalar, gençler neler yaşıyorlardı. Koskoca bir şehir yerle bir olmuş ne giyecekleri ne yiyecekleri ne evleri ne de doğru düzgün insan kalmıştı. Ve sanki dünya ikiye ayrılmıştı: Gazze ve Gazze dışında yaşayan insanlar olarak… 

Gazze’de insanlar çocuklarının giyinebilmesi için kendi kıyafetlerini sökerek onlara kışlık bere, çorap örerken… Diğer tarafta insanlar çocuklarına ikinci, üçüncü montu alıp bir de üzerine yedek kıyafet almayı düşünebiliyorlardı…

Gazze’de insanlar soğukta ve sağanak yağan yağmurda başlarını sokacakları bir çadırı dahi bulamazken… Diğer tarafta insanlar yüz elli metrekare eve sığamayıp, ikinci bir misafir odaları ya da ikinci bir yatak odaları olmadığı için şikâyet edebiliyorlardı…

Gazze’de insanlar susuzluğunu gidermek için yağmurun yağmasını beklerken… Diğer tarafta insanlar meyve suyunun tropikallisini mi, vişnelisini mi, portakallısını mı içsem ya da sütün laktozsuz olanını mı, badem sütü olanını mı içsem diye düşünebiliyorlardı… 

Gazze’de insanlar hayatta kalabilmek için kedi, köpek mamalarını un haline getirip ekmek yaparken… Diğer tarafta insanlar köri soslu tavuk mu, patlıcan yatağında tavuk mu ya da barbekü soslu et mi yesem diye kendilerine nice seçenek oluşturabiliyorlardı…

Gazze’de anneler çocuklarının hayatta kalabilmesi için buldukları otları kaynatıp yedirirlerken… Diğer tarafta anneler çocukları için donut mu yapsam, pizza mı yapsam ikileminde kalabiliyor, ya da üniversiteden tatil için gelen oğluna sabah kahvaltıda ne hazırlasam diye düşünerek uykularını kaçırabiliyordu…

Gazze’de anneler şehit olan çocuğunun kanını yerde kalmasın diye silerken… Diğer tarafta anneler çocuklarının dizi kanasa ortalığı ayağa kaldırabiliyordu… 

Gazze’de babalar şehit olan çocuklarının bedenlerini poşete koyup taşırken… Diğer tarafta babalar çocuklarını bugün hangi et lokantasına götürsem, sömestr tatilinde hangi kayak merkezine götürsem diye düşünebiliyordu…

Gazze’de dedeler şehit olan torunun gözünün içini öpüp, saçını toplarken… Diğer tarafta dedeler torunlarının karne hediyesi ne alsam diye düşünebiliyordu…

Gazze’de çocuklara “Büyüyünce ne olmak istiyorsun, hayalin nedir?” diye sorulduğunda “Gazze’de çocuk kalınır, çünkü çocuklar büyümeden ölürler.” diye cevap verirlerken… Diğer tarafta çocuklar, doktor, mühendis ya da pilot olma hayallerinden bahsedebiliyorlardı…

Gazze’de elleri kopan, ağır yaralanan insanlar gidecek hastane dahi bulamayıp ilk müsait olan bir yerde uzman doktor olmadan narkozsuz ameliyat edilirken… Diğer tarafta insanlar tırnağı kırılsa feryat figan bağırabiliyordu…

Gazze’de insanların çalışmak için gidebileceği bir işyeri dahi kalmamışken… Diğer tarafta insanlar iş beğenmeyip tozundan, işin yoğunluğundan şikâyet edebiliyorlardı…

Evet, acıkmak, susamak, giyinmek, çalışmak, eğlenmek, yemek yemek, sevinmek, üzülmek yaradılışımızın getirdiği özellikler. Bu duyguları hissediyor olmamız normal olan. Fakat anormal olan kısım, bu duyguları abartılı yaşıyor olmamızda…

Hayatta durağanlık yok, her şey hareket halinde… Bizler de hareket etmek durumundayız… Düğünlerimiz olacak, çocuklarımız hastalanacak, karne alacak, üzüleceğiz, sevineceğiz, tatile çıkmak isteyeceğiz. Ama tüm bunları Gazze’deki kardeşlerimizi düşünerek yapmamız gerekmez mi? Orada kardeşlerimiz açlıkla, susuzlukla, soğukla, hastalıkla, ölüm kalımla, barınmayla, yoklukla ve daha fazlasıyla mücadele ederlerken… Bizler de burada onların acılarına ortak olmamız gerekmez mi?

Sanki kendi yakın çevremizde cenazemiz var gibi düğünlerimizi, eğlencelerimizi, tatillerimizi yapmamız gerekmez mi?

Sofralarımızı tam anlamıyla tatlısından tuzlusuna donatmadan, eksilterek hazırlamamız gerekmez mi?

Belki onları anlayabilmek için aç kalmak zorunda değilken oruç tutabilmek, suyumuz bolca akarken israf etmeden normalden daha az kullanabilmek bir nebze olsun onları anlamamıza yardımcı olur…

Yani şu anda tüm bu imkânlara sahipken, varken yok gibi yaşayabilmek…

Bu sayede RAB bimize, bedenen kardeşlerimizin yanında olamadığımız halde acılarını samimi bir şekilde hissettiğimizi, manen onların yanlarında olduğumuzu gösterebiliriz belki…

&

Deneyimsel Tasarım Öğretisi, gerçeklikle beslenen bir strateji ilmidir.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi; insanın gerçek amacını amaç edinmiştir…
Kim Kimdir ile başlayan, İlişkilerde Ustalık ve Başarı Psikolojisi ile devam eden programları; insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.

"İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri
En büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi. 
Aynadaki kişi...
Tek başına neler yapabileceğini keşfet!" 

Yorum Gönder

0 Yorumlar