Aylardan Haziran’dı, hoş bir yaz akşamıydı. Emre, işten eve dönerken, mahallenin çocuklarını bisikletlerini tamir ederken gördü. “Kolay gelsin çocuklar, nasıl gidiyor?” diye seslendi. “Emre abi, hiç sorma… İyi gitmiyor,” dedi çocuklardan biri. “Yardım edeyim mi?“ diye sormasıyla, Emre’nin kolları sıvaması bir oldu. Memurdu o, her zaman ütülü beyaz gömleğiyle dolaşırdı. Gömleğine aldırmadan işe koyuluverdi. Ama artık o gömlek bembeyaz değildi…
Hem çocuklara yardım ediyor hem de dalıp dalıp gidiyordu. Kendi çocukluğu geliyorduaklına. Bayramlarda topladığı harçlıklarını ve kazandığı paraları biriktirerek aldığı bisikletini hatırladı. Mavi ve beyaz renkte kocaman bir bisikleti vardı. Çocukken erkenden öğrenmişti onu sürmeyi. Emre bir şeyleri kendi çabasıyla öğrenmeyi daha çok severdi. O yüzden bisiklet sürmeyi de tek başınaöğrenmişti.
Bu aralar ise aklı hep ilkokula yeni başlayan kızı Sinem‘deydi. Onun da bisiklet öğrenmesini çok istiyordu. O gün iş çıkışı küçük kızına sürpriz yapıp, önünde şirin bir sepeti olan pembe bir bisiklet almıştı.Karşısında bisikleti gören Sinem’in heyecandan dili tutuldu. Sevinçle babasının kucağına atladı. Hemen bisikletini incelemeye başladı, sürmek için sabırsızlanıyordu. “Baba, hemen binmek istiyorum!” diye heyecanla bağırıyordu. Küçücük elleri gidonu kavramış, minik ayakları da bir an önce pedallara basmak için yerinde duramıyordu.
Minik ayaklarıyla hem pedallara yetişmeye çalışıyor hem de dengesini sağlamaya uğraşıyordu Sinem. “Baba, korkuyorum! Baba, sakın bırakma beni!” diye titreyen sesi bütün mahallede yankılanıyordu. Sinem heyecanlanıp düşmüş ve dizi çok kötü yaralanmıştı. Canı acıdığı içinartık bisiklet sürmek istemiyordu. Ertesi gün korktuğu için kendi pedallamak yerine babasının onu itmesini istiyordu. Emre biliyordu ki bisikletin keyfi, başkasınınitmesiyle değil, kendi çabasıyla sürünce çıkardı. Çabalayarak kazanılmış olanın keyfini kızı da tatsın istiyordu. Sinem çabalamanın acı tarafıyla ilk kez karşılaştı. Tabiki ilk denemelerde başarılı olamayacaktı.
Son düşüşünde canının acımasıyla daha tedirgin duruyordu. Ağlaya ağlaya merdivenleri çıkıp, annesine doğru koştu. “Anne, babam bana zorla bisiklet sürdürmek istiyor ama ben istemiyorum!” dedi. Hem gözyaşlarını siliyor hem de annesinin arkasına saklanıyordu. Alev ve Emre göz göze gelip gülmeye başladılar. “Gel bakalım, kızım… Bir dirseğine bakayım,” diyerek Sinem’i kucakladı annesi. “Hayat uzun bir yol kızım, birkez olmadı diye vazgeçersek istediğimiz şeye ulaşamayız.”
Ertesi gün Sinem daha sakindi. Emre, kızını yeniden motive etmek için küçük bir hamlede bulundu. “Kızım, bugün bisikletini temizleyelim mi? Dünkü kazadan sonra biraz kirlenmiş olabilir.” dedi. Sinem, başına gelecekleri bilmeden babasının teklifini kabul edip “Eveeeet!” diye bağırdı. Baba kız hemen temizlik malzemelerini alıp aşağı bahçeye indiler. Sinem, babasıyla birlikte bisikletini büyük bir hevesle pırıl pırıl yaptı. Emre şunu hayatında çok iyi biliyordu; İnsan zaman ayırdığı şeyi severdi. Kendi çocukluğundan da bunu iyi deneyimlemişti. Onun için bisikleti çok değerliydi. Çünkü alın teriyle, sabırla biriktirdiği harçlıklarla sahip olmuştu. Bisikleti alabilmek için en sevdiği çikolatayı yemekten vazgeçmişti.
Aynı zamanda Emre şununda farkındaydı; Sinem'in bisiklet sürme konusunda başarılı olabilmesi içinde bir hareketin içinde kalması gerekiyordu. Eğer çok ara verirse, bir daha hiç binmek istemeyebilirdi.
Emre bu konuda stratejik ilerliyordu. Hem kızına güven veriyor hem de bisikleti ona yavaş yavaş sevdirmeyi başarıyordu. Ne iş hayatında ne de özel hayatında, çaba harcayanın çabasının karşılıksız kaldığını hiç görmemişti. Ve sonunda beklediği an geldi. Sinem, ilk başta pedallara basarken çok tedirgin ve heyecanlıydı. Sonra dengeyi buldu ve hızlanmaya başladı. Birkaç saniye içinde kendi başına sürmeye başlamıştı bile. Başarmanın gururu ile sokağın bir başına bir sonuna bisikletiyle gidip geliyordu. Yüzünde bir sevinç, gözlerinde bir parıltı vardı.
Emre uzaktan izlerken içi huzurla doldu. Kızı ile gurur duyuyordu, başarmıştı. Hem de kendi çabasıyla… Artık Sinem sadece iyi bir bisiklet sürücüsü değil, hayatı boyunca unutamayacağı bir dersin de sahibiydi:
&

4 Yorumlar
Zorlandığında vazgeçmeyenler yol alabiliyorlar hayatta. Aynı bisiklet öğrenmemiz gibi☺️
YanıtlaSil“İnsan zaman ayırdığı şeyi sever.” Çok vurucu bir cümle. Gerçekten insan zaman ayırmadığı, emek vermediği hiçbir şeyin kıymetini bilemiyor…
YanıtlaSilİnsan bir zorlukla karşılaştığında vazgeçmeyi seçer. Oysa başarı vazgeçmeyip devam edenlerin olur.
YanıtlaSilNe kadar içten, ne kadar hayatın tam içinden bir hikâye… Bir çocuğun bisiklet öğrenmesi gibi görünen şeyin aslında nasıl koca bir hayat dersine dönüştüğünü o kadar güzel anlatmışsınız ki, okurken hem gülümsedim hem de kendi çocukluğuma gittim.
YanıtlaSilSinem’in korkusu, Emre’nin sabrı ve Alev’in şefkati… Hepsi bir araya gelince ortaya şu evrensel hakikat çıkıyor:
Çaba harcayan, asla kaybetmez.
Çünkü çaba bazen pedala basarken düştüğün diz yarasıdır, bazen yeniden binme cesaretidir, bazen de sadece “devam etmeyi” seçmektir.
Bir baba, kızına bisiklet sürmeyi öğretirken aslında hayatı öğretiyor.
Düşmeyi, kalkmayı, vazgeçmemeyi, korkuya rağmen hareket etmeyi…
Ve her insan bir şeye zaman ayırdığında, ona bağlandığını – onu sevdiğini – bir kez daha görüyoruz. Sinem’in bisikletini temizlerken yaşadığı dönüşüm bunun en güzel kanıtı.
Hepimizin içinde bir Sinem, bir Emre yok mu aslında?
Korkudan geri çekilen yanımız…
Ve o yana sabırla destek olan, “Hayat uzun bir yol kızım/oğlum” diyen içimizdeki ses…
Bu hikâyede en çok hoşuma giden şey şu oldu:
Başarı, o büyülü an, kimsenin itmediği – sadece kendin pedala bastığında geliyor.
Peki sizce?
Hayatta şu an öğrenmekten korktuğunuz “bisiklet” ne?
Hangi konuda yeniden pedala basmaya niyet ediyorsunuz?