“Ah, bu şehrin trafiği beni benden alıyor” diye düşündü Lale. İstanbul, denizi ve tarihiyle muhteşem bir şehirdi ama bir o kadar da nazlıydı. İşten çıkınca trafik çok yoğun olur, eve varmak o kadar da kolay olmazdı. Lale’nin bu yürek yakan trafiğe takıldığı günlerden biriydi. Sarı taksinin arkasında ağır ağır ilerlerken “İstanbul’un en uzun yanan kırmızı ışığına denk gelmişim.” diye iç geçirdi. Altında taksitlerini yeni bitirdiği minnacık arabası ile beklerken yanına büyük güzel bir cip geldi. Lale, hayran hayran bakarak iç geçirdi; “Keşke benim de böyle bir arabam olsa. Ne kadar güzel. Hem bu cip araba ise acaba benim kullandığım şey nedir?” derken kırmızı ışık yeşile döndü ve yanındaki cip hızlıca uzaklaştı. Lale arkasından imrenerek baktı. Biraz da canı sıkkın yoluna devam etti.
Eve vardığında, trafikte yanından basıp giden cipin verdiği keyifsizlikle, herkesi selamladı. Akşam yemeğine yetişmişti. Dedesi çoktan sofraya oturmuş onu bekliyordu. Sofrada, dedesi torununda bir haller olduğunu anlamıştı. Sohbet ederken Lale laf arasında cipten bahsedince, hemen anladı problemi. Yemekten sonra çay eşliğinde dedesi sordu:
—”Bugün burada hava biraz yağmurluydu. Sizin oralarda nasıldı Lale Hanım?”
Lale anlamıştı dedesinin ne demek istediğini. Buruk bir gülümseme ama nazlı bir ses tonuyla cevap verdi:
—”Benim buralarda hava karlı.”
Karşılıklı gülümsediler. Dedesi dizini gösterince Lale hemen yanına geçti, başladı biricik dedesini dinlemeye. Ne zaman canı sıkkın olsa dedesinin hikayeleri onu hemen kendine getirirdi. Bakalım bu sefer ne anlatacaktı…
"Eksik mi fazla mı?"
Bir gün şehrin ortasındaki bir parkta on yaşında bir çocuk gezmeye çıkmış. Gezerken de gözleri yerde, ayakkabılarını izlemeye başlamış. Ayakkabıları o kadar eskiymiş ki, deliğin birinden ayak başparmağı görünüyormuş. Ayakkabılarından utanmasına rağmen dolaşmayı, koşmayı, top oynamayı severmiş. Evde, ikinci bir çift ayakkabısı yokmuş ve ona alınanı ise, çok oynadığı için, kısa sürede yıpratmış. Ne oyundan vazgeçmiş ne de ayakkabısının hep güzel, parlak ve yeni olmasını isteğinden. Bunları düşünürken gezmekten yorulmuş ve bir banka oturmuş. Kafasını kaldırınca bir de ne görsün, karşısındaki bankta on yaşında başka bir çocuk oturuyor. Ütülü yepyeni elbiseleriyle etrafını izliyor. Hem de çocuğun ayağındaki ayakkabılar pırıl pırıl ve yeni, hiç yıpranmamış. Bunu görünce gözleri tekrar kendi ayakkabılarına dönmüş ve; “Keşke benim de öyle ayakkabılarım olsa” diye iç geçirmiş. Bir süre daha çocuğu izlemiş, ta ki çocuğun annesi: “Hadi gel oğlum, gitme vakti geldi” diyerek onu tekerlekli sandalyesine oturtana kadar. Sonra anlamış neden ayakkabıların nasıl bu kadar yeni kaldığını. Üzgün ve şaşkın bakışlarla çocukla göz göze gelmişler. Biri diğerinin ayakkabılarına, öteki diğerinin ayaklarına bakakalmış…
Dedem derin bir nefes aldı:
—“İşte böyle kızım, hayat bizim bir yerlerimizi eksik bırakarak, ne yaptığımıza bakar. Herkesin hayatında eksiklikleri, olur. Asıl mesele senin hayattaki eksikliklerine nasıl cevap verdiğindedir.”
Peki biz hayattaki eksikliklerimizi nasıl değerlendirmeliyiz?
&
Deneyimsel Tasarım Öğretisi, hayatın içindeki deneyimlerden faydalanılarak tasarlanmış bir bilgi teknolojisidir. Deneyimsel kısmını geçmişten, tasarım kısmını ise şimdiki ve gelecek zamandan alarak geçmişin deneyimleri ile şu ana ve geleceğe köprüler kurar. Yeryüzündeki tüm canlı ve cansız varlıkların hayatlarındaki ortak deneyimleri harmanlayarak insanların hem bugününü hem de yarın gideceği yolun haritasını, deneyimselleştirilmiş öngörülerle çizmesine olanak sağlar.
0 Yorumlar