Ad Code

Responsive Advertisement

POSTA GÜVERCİNİ: ÖZGÜRLÜĞÜN FISILTISI

Güneş ışığı perdenin kenarlarından usulca sızarak Simge'nin yüzüne vurdu. Sanki sabah, parmak uçlarıyla ona dokunuyor, yeni bir güne davet ediyordu. Simge hafifçe gerinip şöyle bir esneyerek gözünü açtı. Bir iki dakika kendine gelmek için bekledi. Denizden karaya çıkan bir dalgıç gibi, rüya dünyasından gerçekliğe yavaş yavaş geçiş yapıyordu.

Yataktan kalkıp balkona koştuğunda, dünya onu sonbaharın en cömert hediyesiyle karşıladı. Balkonun önünden geçen yolun bitiminde uzanan orman, bir ressamın paletiydi adeta. Ağaçların yaprakları turuncu, sarı, yeşil renkleriyle bir şenlik havası estiriyordu. Her yaprak, yaşamın döngüsünü kucaklar gibi dans ediyor, aynı zamanda vedalaşıyordu. Aylardan eylüldü ve sonbahar artık perdesini açmıştı.

Sabah erken bir vakitti. Beklenen o horoz sesi uzaklardan geldi, günün ilk müezzini, zamanın bekçisi. Simge temiz havayı şöyle bir içine çekerken yumuşak yumuşak esen rüzgâr da saçlarını dalgalandırdı. O an, dünya sanki durmuştu; zaman bir nefes kadar kısaydı ama sonsuzluk kadar da uzun.

Anın tadını çıkarırken yan bloktaki komşusunun güvercinleri balkonun mermerine kondu. Bir iki adım yürüdüler, sonra kanatlarını açıp uçup gittiler, düşüncelerin zihnimizde kısa bir an durması gibi. Sonra rüzgârla savrulan tüyler misali kaybolup gitmesi gibi gittiler.

Simge güvercinlere gülümseyerek baktı. Mermerin üstünde tasasızca yavaş yavaş yürüyüşleri, şaşkınca kafalarını çevirip etrafa bakışları ve hiç oyalanmadan gitmeleri ruhuna dokundu. Acaba özgürlük bu mudyu? Konmak, bakmak ve gerektiğinde, hiç gecikmeden, oyalanmadan uçup gitmek.

Güvercinlerin bu halleriyle kendi hayatını kıyasladı. Zihninde bir fotoğraf albümü açıldı. İşyerinde patronunun ona yaptığı haksızlığı günlerce, aylarca düşünmüştü. Sanki o an, zihninde bir tuzağa düşmüş, çıkış yolunu bir türlü bulamamıştı. Sürekli aynı kaydı çalıyordu kafasında: "Keşke şu cevabı verseydim, şöyle davransaydım..." Zihninde kurduğu o kavgalar, gerçekte hiç yaşanmamış ama enerjisinin tümünü tüketmişti.

Sanki bu dünyada ona verilen tek şey işiymiş gibi, bütün hayatı ondan ibaret olmuştu. Eve geldiğinde yaşadığı olumsuzlukları ailesine yansıtıyor, arkadaşlarıyla buluştuğunda sürekli aynı hikayeleri anlatıyordu. Bir kısır döngünün içinde ilerliyor gibi görünüyor ama aslında aynı yerde duruyordu. Böyle böyle iki yıl geçirmişti. Ömrünün iki yılı, şikâyet tohumlarının ekildiği çorak bir toprak olup gitmişti.

Ne kadar da takılı kalmıştı! Zihnini çekememişti o konulardan, bir çamurun içinde bata çıka yürüyen biri gibi. Acaba böyle uzaklaşamadığı başka neler vardı hayatında?

Bu sabah erken uyanmıştı ama çoğu zaman yataktan bir türlü çıkamıyordu. Sanki yatağı bir mıknatıstı, onu kendine çekiyor, salıvermiyordu. Uykusundan, yumuşacık yatağından uzaklaşamıyordu. Hâlbuki hayallerindeki kendisi bambaşkaydı: Sabah erken uyanıp sporunu yapan, güneşin ilk ışıklarıyla selamlaşan biri. Gerçekteki Simge, düş ile gerçek arasında bir köprüde takılı kalmıştı.

Hayal etmeye devam etti. Kitap okuyan, vaktini verimli geçiren biri olduğunu düşündü. Oysa telefonu bir kara delik gibiydi. Onu eline aldığında saatler anında yok oluveriyor, parmakları ekranda gezinirken hayatı parmaklarının arasından akıp gidiyordu. Sosyal medya uygulamalarını kapatabilirdi belki. Aslında daha önce denemişti ama iki hafta sonra, bir bağımlının tekrar eski alışkanlığına dönmesi gibi, geri açmıştı.

Sağlıklı beslenen biri olduğunu hayal etti. Başlayıp başlayıp devam edemediği diyet listeleri zihninde bir mezarlık oluşturmuştu. Her biri yarım kalmış bir söz, tamamlanmamış bir yolculuk gibiydi. Sonra vazgeçemediği başka başka şeyler... Her biri bir ip, onu bağlayan, özgürce uçmasını engelleyen.

Bırakamadığı alışkanlıkları aslında onu hapsediyordu. Hani esir insanların bacağında bir prangası olur ya, onun gibi. Vazgeçemediği her şey sanki onun prangasıydı, ağır, soğuk, demir. İnsanın ne kadar çok prangası varsa o kadar esirdi bu hayatta. Peki, hangimiz esir olmak isteriz ki? Bütün insanlar en az güvercin kadar özgür olmak ister. İnsana en çok özgürlük yakışır, gökyüzünün mavisi, denizin enginliği gibi.

Güvercinlerin boğazlarından çıkardığı o ses Simge'yi düşüncelerinden çekip aldı. Bir mesaj gibiydi bu ses, bir hatırlatma. Bir karar vermesi gerektiğini anladı. Uzak kalamadığı prangalarını tespit etmişti artık, onları görmüştü, tanımıştı, isimlendirmişti. Onlardan kurtulma kararı almıştı. Aslında böylece en zor adımı atmayı da başarmıştı.

Çoğu zaman insanlar bağımlılıklarını kabul etmezler. Görmezden gelirler, üstünü örterler, başka isimlendirmeler yaparlar. Dolayısıyla onlardan kurtulma gibi bir dertleri de olmaz. Simge hem kabul etmiş hem de bu alışkanlıklarını bırakma kararı almıştı. İlk adımı atmak istiyordu çünkü bin kilometre uzunluğundaki bir yolculuk bile tek bir adımla başlar.

Simge gülümseyerek tekrar güvercine baktı. Sanki güvercin de ona bakıyormuş, sanki aralarında sessiz bir konuşma geçiyormuş gibi geldi. Sonra da kanatlarını hafif hafif çırparak, zarafetle, o mermerin üzerinden uzaklaştı. Görevini yerine getirmişti, posta adrese ulaşmıştı.


&

Deneyimsel Tasarım Öğretisi, gerçeklikle beslenen bir strateji ilmidir.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi; insanın gerçek amacını amaç edinmiştir…
Kim Kimdir ile başlayan, İlişkilerde Ustalık ve Başarı Psikolojisi ile devam eden programları; insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.

"İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri
En büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi. 
Aynadaki kişi...
Tek başına neler yapabileceğini keşfet!" 

Yorum Gönder

0 Yorumlar